DALYAN

Tarihi belki de 13. yy. kadar uzanan, ama Kanuni Sultan Süleyman'ın Rodos seferi sırasında stratejik bir önem kazanan Dalyan Beldesi 30-40 yıl öncelerine kadar ekonomisi tarım ve balıkçılığa dayanan küçük bir yerleşimdi. 1980'lerden sonra giderek yükselen bir turizm markası olan Dalyan, dünyanın sayılı ekosistemlerinden birinin tam ortasındadır. Bin yılların yarattığı muhteşem bir doğanın içinde yer almak ve zengin doğal çevrenin yarattığı kültürün tanığı olan Kaunos Antik Kenti'nin hemen karşısında olmak, Dalyan Beldesi'ni çok özel kılıyor. Cennetten bir köşe olan Dalyan'da doğa ve tarih bir harikalar buketi sunuyor.

Dalyan, 1980'lerden sonra istiridyenin içindeki inci gibi mükemmelleşerek gelişip, dünyaca tanınan marka olmuş bir turizm merkezine dönüştü. Köyçeğiz gölü, Dalyan Çayı, delta ve İztuzu Kumsalı'nın oluşturduğu ekosistemin 1988'de Özel Çevre Koruma alanı olarak tescil edilmesi ile yoğun yerleşim ve yarattığı betonlaşma tehlikesinden kurtulan Dalyan, dün olduğu gibi bugün de barındırdığı muhteşem doğal güzellikler ve tarih zenginliği ile cennetten bir köşe.

Dünyanın sayılı ekosistemlerinden birinin ortasında yer alan Dalyan, deniz kenarında değil, ama hem dünyanın en güzel kumsallarından(İztuzu Kumsalı) birine hem de benzersiz bir deltaya ve delta üzerinde yer alan Sulungur, Tuz Gölü ve Alagöl gibi keşif duygunuzu ateşleyen harika göllere sahip. Tarihi MÖ. Bin yılın başlarına dayanan Kaunos Antik Kenti de suyun hemen karşı yakasında. Heybetli bir kayalık tepenin zirvesindeki Akropol'un sur kalıntıları ve İlk Çağ tapınaklarının cepheleri model alınarak dik bir kireç taşı üzerine oyulmuş Kaunos'un soylu ailelerinin anıt mezarları, tarih ve arkeoloji tutkunlarını, Dalyan'a davet ediyor(Türe,Altan-2011).

KAUNOS

Kaunos kazılarında ele geçirilen en eski buluntu, MÖ. 9. yy. tarihlenen bir protogeometrik amfora parçasıdır. Bunun yanı sıra yerel çömlekçi atölyelerinin ürünü olan, yatay bantlar arasına çizilmiş iç içe çember Ya da yarım çember motifleri ile desenlenmiş seramik kapların geometrik stil bezemeleri ile Heredotos'un Kaunosluların bölgenin yerlileri olduğunu yazması, daha da eskilere uzanan bir yerleşimi düşündürmektedir. Ancak Kaunos'ta MÖ. 4. yy.den önceye tarihlenebilecek mimari buluntular henüz tespit edilememiştir. Ama batı sur kapısı önünden çıkartılan bir kros( genç erkek) heykeli, pahalı ithal eşyalar olan siyah figür tekniği ile desenlenmiş Attika seramiği parçaları ile kenti güney ve güney doğudan kuşatan, bazıları birbirleri üzerine oturmaları için kabaca düzeltilmiş büyük kayalarla örülmüş arkaik surlar,MÖ. 6. yy. ait arkeolojik belgelerdir.

Bu buluntular Kaunos'un MÖ. 6. yy.dan itibaren, zengin ve önemli bir liman kenti olduğunu göstermektedir. Ancak Perslerin MÖ. 546'da Lydia krallığını yıkıp bütün Anadoluyu imparatorluklarına katmasına kadar, tarih kaynaklarında Kaunos'dan söz edilmemektedir. Kaunos hakkında ilk ve önemli bilgileri Herodotos verir ve “ Kaunosluların Pers Generali Harpagos'a karşı sert bir direnme gösterdikleri, ancak yenildiklerini” anlatır. Kserkses'in Yunanistan'a yaptığı seferin yenilgiyle sonuçlanması ve Perslerin Batı Anadolu kıyılarından çekilmek zorunda kalmasını izleyen yıllarda Kaunos, liman kentlerinin çoğu gibi Atina'nın İranlılara karşı kurduğu Delos birliğinde yer aldı. Kaunoslular başlangıçta birliğe, yarım talent gibi çok düşük bir vergi ödüyorlardı, ancak MÖ. 425'de bu vergi birden, Miletos'un ödediğine denk olan 10 talente çıkarıldı( yaklaşık 3000 cumhuriyet altınına eşdeğer gümüş para). Bu yüksek miktarın gerçekten ödendiği konusunda bir kanıt yok ama ilginç olan kentin birden bire zenginleştiğini göstermesi. Bu ani zenginliğin kaynağı, Kaunosluların yeni tarım alanları açması veya kentin ihraç ürünleri olan tua, salamura balık, köle, çam reçinesi ve bu reçinenin yakılması ile elde edilen katrana olan talebin birden artması olabilir.

Atinalılar ve Spartalılar arasında başlayan ve Atina'nın yenilmesi ile sonuçlanan Peleponez Savaşları'nı anlatan Thuokydides'in “ her iki tarafın donanmasının Kaunos limanından yararlandığını” belirtmesi, Kaunosluların esnek bir politikayı tercih ettiğini göstermektedir. MÖ. 387'deki Kral Barışı, Anadolu'nun bütün kıyı kentleri gibi Kaunos'u da tekrar Pers egemenliğine soktu. İmparatorluğun Karya satraplığını yöneten Hekotomnos sülalesi, özellikle de Maussollos döneminde şehir, yamaç arazide teraslar halinde yükselen imar düzenlemesi ile büyütülüp çok geniş bir alanı içine alan surlarla çevrildi. Makedonya Kralı Büyük İskender'in MÖ. 334'de Anadolu topraklarına girmesi ile başlayan Asya seferi, Pers İmparatorluğu'nun yıkılması ve Helenistik İmparatorluğu'nun kurulması ile sonuçlandı. Ancak İskender'in MÖ. 323'de ölmesi ve imparatorluğun generalleri arasında paylaşılmasından sonra doğan Helenistik krallıklar arasında sürekli çatışmalar yaşandı. Stratejik bir liman kenti olan Kaunos'da, işgaller veya politik manevralarla sık sık el değiştirdi ve birkaç kez de Rodos devletinin sömürgesi oldu.

Dünya tarihinde yeni ve yayılmacı bir süper güç olarak yükselen Roma, Helenistik krallıkları, savaş veya politika ile sınırları içine almaya başlayınca bütün dengeler yeniden değişti. Suriye Kralı Antiokhos MÖ. 189'da Magnasia'da Roma ordusu ile yaptığı savaşı kaybedince, Roma senatosu tüm Karya ve Likya yönetimini müttefikleri olan Rodos'a bıraktı. Rodos'un baskısından bunalan Batı Anadolu kentleri, MÖ. 167'de isyan ettiler. İsyan bastırıldı ama Roma, Rodos'un Anadolu topraklarından çekilmesini sağladı.

MÖ. 129'da Roma, Batı Anadolu topraklarının büyük bölümünü içine alan “Asya Eyaleti”ni kurdu. Bu eyaletin sınır kentlarinden biri olan Kaunos, kısa bir süre sonra yeniden düzenlenen yönetim planlamasında, bu defa Likya'ya bağlandı.

Roma egemenliği ile birlikte, tacir ve bürokratların çoğunluğunu oluşturan Roma vatandaşları da Anadolu kentlerine yerleşmeye başladı. Roma yayılmasına karşı savaşan Pontus Kralı Mithridates, MÖ. 88'de bölgeyi işgal etti. Kaunoslular, kralın tarafını tuttular ve kentlerindeki tüm Romalıları vahşice öldürdüler. MÖ. 85'de yapılan barıştan sonra Roma, Kaunoslulara ağır bir ceza verip onları tekrar nefret ettikleri Rodos yönetimine soktu. MÖ. 1. yy. ın sonlarında Kaunos yine özerkliğini kazandı. Ancak Sofist Pio Chrysostom'un MS. 70 yılına tarihlenen bir yazısında, “Kaunosluların Roma ve Rodos'un çifte idaresine katlanmak zorunda kaldıklarını” belirtmesi Rodosluların şehrin yönetiminde yeniden söz sahibi olduğunu göstermektedir.

Roma muazzam bir imparatorluğa dönüşürken sınırları içinde sağladığı barış yüzyıllarında Kaunos, askeri ve ekonomik baskılardan kurtulup varlığını zengin bir liman kenti olarak sürdürdü. İmparatorluğun erken dönemlerinde tiyatro adeta yeniden yapılırcasına büyütülürken, hemen önündeki terasa Roma kentlerinin vazgeçilmezi olan büyük bir hamam ve geniş bir paleastra inşa edildi. Agora çeşmesi yenilendi ve tapınaklar yapıldı. Kaunoslular da bağlılıklarını göstermek için agoranın çevresine ve Apollon kutsal alanına Roma İmparatorları Tiberius, Nero ve Vespasian ile Roma elçileri ve senatörlerinin heykellerini diktiler. Kentlerine gelen ünlü Romalıları da birer heykelle onurlandırdılar. Kaunos'un küçük kalesinin üzerinde bulunduğu kayalık yarımadanın kuzeyindeki koy, daha MÖ. 8. yy.da, önce bataklık haline gelmiş ve giderek dolarak yerleşime açılmıştı. Buna karşın yarımadanın güneyindeki koyda yer alan iç limanı denize açıktı. Ancak MÖ. 100- MS. 200 yılları arasında güney limanın önüde bataklık ve sazlıklarla kapanınca, kent denizden uzaklaştı. Roma İmparatorluğu'nun ikiye ayrıldığı, Hıristiyanlığın resmi din olarak kabul edildiği ve pagan inançlarının yasaklanarak tapınakların kapatıldığı çalkantılı günlerde, Kaunos halen 5 kilisesi olan önemli bir merkezdi. Bu dönemde Likya kilise eyaletine bağlanan Kaunos iki piskoposluğa bölünmüş ve kentin adı da Hıristiyanlaştırılıp Kaunos-Hegia'ya dönüştürülmüştü. 625 yılından sonra Müslüman-Arap akınları ile korsan saldırılarının yarattığı baskı ve 13. yy.da başlayan Türk istilası nedeniyle, Akropol Tepesi'ndeki antik kale Bizans surları ile yeniden tahkim edildi. Önemli bölümü halen ayakta olan bu surlar, Kaunos'a bir Orta Çağ kenti görünümü kazandırdı.Türk boylarının 15. yy.da Karya bölgesinin bütününe hakim olmasından sonra Kaunos tamamen terk edildi (Öğün,Işık-2001).

CARETTA CARETTA

Deniz kaplumbağaları yaklaşık 110 milyon yıldır yer kürede yaşıyor, insanoğlunun geçmişi ise ancak 2-3 milyon yıl. Dünya denizlerinde yaşayan sekiz türden sadece beşi Akdeniz'de mevcut. Bunlardan Deri Kabuklu Deniz Kaplumbağası( Dermochelys Coroina), Atmaca Gagalı D. K.( Eretmochelys Impricita) ve Gündüz Yumurtlayan D. K. ( Lepichely Kempi) türlerinden az sayıda bireyin beslenme amacıyla veya yanlışlıkla Akdeniz'e girdiği tahmin edilmekte. Diğer iki tür; Caretta Caretta ( İribaş D. K.) ve Chelonia Myndos( Yeşil D. K.). Bunlardan Akdeniz'de yaşayanların neredeyse yarısına yakınının yuvalama alanları, Türkiye'nin Akdeniz kıyıları... Diğer D. K. gibi bu iki tür de, tüm yaşamını denizde geçiriyor ve sadece yuva kazıp yumurta bırakmak için kumsala çıkıyor.

Araştırmalar Akdeniz'de yaşayan D. K.nın genetik olarak kısmen izole edilmiş türler olduğunu gösteriyor. Yani tesadüfi giriş çıkışlar dışında Akdeniz kaplumbağaları yumurtladıktan sonra okyonuslara gitmiyor. Başka denizlerin kaplumbağalarıda Akdeniz'e gelmiyor. Ancak Akdeniz kaplumbağaları da bu deniz çevresindeki üreme ve kışlama alanları arasında mevsimlik göçler yapıyorlar. Yunanista, Türkiye ve Kıbrıs'ın kumsal sahilleri en önemli yuvalama; Tunus , Libya, İtalya ve İspanya kıyıları da en önemli kışlama ve beslenme alanları. Akdeniz Caretta Caretta nüfusunun yarıdan fazlası, Türkiye'nin Batı ve Orta Akdeniz kıyı şeritindeki kumsallara, özellikle de İztuzu, Belek, Kızılot ve Anamur'a yumurta bırakmak için geliyor. Türkiye sahillerinde yıllık ortalama 2000 civarında Caretta Caretta yuvası bulunduğu ve her yuvaya ortalama 100 yumurta bırakıldığı biliniyor. Bu binlerce yumurtadan çıkabilen her 1000 yavrudan ancak 2-3 tane gibi çok az bir bölümü 25 yıl yaşayıp ergenliğe ulaşabiliyor.

Caretta Carettaların yaşam çemberinde ergenleşen her nesil, üremek için mutlaka doğduğu kumsala dönüyor. Milyonlarca yıllık genetik hafıza ile tanıdıkları plajın sığ sularında çiftleşip, yumurtalarını bu plajın kumlarına gömüyorlar. Careta Carettalar, 25 yaşlarında cinsel olgunluğa ulaşıyor ve mart, nisan ve mayıs aylarında çiftleşiyorlar. Yumurtlama dönemleri de haziran, temmuz ve Ağustos ayları. Dişiler depolayıp canlı tuttukları spermlerle döllenen yumurtaları bırakmak için; 12-13 günlük aralıklarla geceleri 4, bazen 8 kez kumsala çıkıp açtıkları çukurlara, her seferinde 90-100 civarında yumurta bırakıyor ve üzerlerini kumla örtüyorlar.

Kuluçka süreleri iki ay ve bu süreçte kumun sıcaklığı 37 derecenin üzerinde ise yuvadaki bütün yavrular dişi olarak gelişiyor. Eğer kum daha az sıcaksa erkek yavrular çıkıyor.Yumurtalar güneşin yakıcı sıcaklığı kumları kavururken açılıyor, ama yavrular yuvayı örten kumu kazıp birbirlerinin üstüne basarak dışarı çıkmak için, içgüdülerine uyup gecenin karanlık ve serin saatlerini bekliyorlar. Sonradan bütün güçleri ile denizin soluk ışıltısına doğru koşup kendilerini tuzlu sulara bırakıyorlar. Doğa onlara yaşam ve ölüm arasındaki ince çizgide yarışmaları için iki özel donanım bağışlamış. Yavruların başları üzerindeki boynuzumsu çıkıntı yumurtayı kırmaya yarıyor ve daha sonra yok oluyor. Karın kısımlarındaki nohut kadar bir yağ birikintisi de denize hızla ulaşmak için ihtiyaç duydukları enerji stoku...

Bu ölüm kalım yarışı, çoğuna insanın neden olduğu engellerle dolu. Plajda kamp ve tesislerden kaynaklanan parlak ışıklar varsa, yavrular deniz yerine onlara, yani kıyının içlerine yol alıyorlar. Araba tekerleklerinin derin izleri ve çukurlara düştüklerinde çoğu kez çıkamıyorlar ve güneş yükseldiğinde ya martılar, yengeçler ve diğer etoburlara yem oluyorlar, ya da nemlerini yitirip kuruyarak ölüyorlar. Sevimli kaplumbağa yavruları için denize ulaşmak yaşamı garantilemek anlamına gelmiyor. Kıyı sularında onları bekleyen iri yırtıcı balıklardan kurtulmak için, aralıksız 24 saat yüzüp açık denize ulaşmak zorundalar.

Bir diğer sorun da son yıllarda iyice artan, kaplumbağaların beslenmesi ile gerçekleştirilen kaplumbağa gözlem turları. Bu turlara pansiyonca karşıyız.

BESLEMEYE HAYIR, GÖZLEM TURLARINA HAYIR!